Oscar adayı senaryo yazarı Scott Smith’in yazdığı çok-satan gerilim kitabından uyarlanan “The Ruins/ Lanetli Topraklar”, Meksika’da bir ormanın derinliklerindeki eski uygarlık bölgesini gezmeye giden bir arkadaş grubunun, oradaki şeytani güçlere karşı verdiği amansız hayatta kalma mücadelesini konu alıyor.
Senaryonun uyarlandığı, Scott Smith’in kitabında en kaba hatlarıyla, insan eti yiyen sarmaşıkların tehdidi altındaki Maya uygarlığı harabelerinin sır perdesini istemeden kaldıran beş kişilik grubun öyküsü anlatılıyor. Ancak romanın ve dolayısıyla filmin, bundan daha belirgin karakteristik özelliği, hayatta kalma mücadelesi üzerinde odaklanması. Smith, kitaptaki korkutucu ve insani sezgilere dayalı üslubu senaryoya da en iyi şekilde yansıtmayı başarmış.
Heyecan yüklü bir gerilim filmi yaratırken Scott Smith’in malzemesine sadakatle yaklaşacak bir yönetmen arayışına geçen DreamWorks yetkilileri, tercihlerini Carter Smith’ten yana kullanmışlar. Bugüne kadar herhangi bir uzun metrajlı film yönetmeyen ve genellikle moda fotoğrafçısı olarak tanınan Carter Smith’in ödüllü kısa filmi “Bugcrush”ı izleyen DreamWorks yetkilileri, aradıkları yönetmeni buldukları kanısına varmışlar.
Film, Meksika’nın pırıl pırıl güneşi, sıcak suları, kızgın ve neredeyse altın kumlu sahillerinin davetkar atmosferinde başlıyor. Çok iyi arkadaş olan Amy (Jena Malone) ile Stacy (Laura Ramsey), yanlarına erkek arkadaşlarını da alarak Meksika’daki turistik bir bölgeye tatile gidiyorlar. Amy’nin tıp öğrencisi olan erkek arkadaşı Jeff (Jonathan Tucker) oldukça kültürlü bir genç. Stacy’nin erkek arkadaşı Eric ise (Shawn Ashmore) partilere katılmaktan aşırı zevk alan özgür ruhlu bir insan.
Grubun tatili sona yaklaşırken antik Maya harabelerini görme umuduyla bir ormana yolculuk yapıyorlar. Ancak arkeolojik kazı bölgesine vardıklarında beklenmedik olaylar meydana gelince korkuya kapılan genç gezginler, eski bir taş yapının tepesine sığınıyorlar. Orada gizlenmiş ölümcül tehditle yüz yüze kaldıklarında, gençler için vahşi bir hayatta kalma mücadelesi başlamış oluyor.
Filmin en heyecanlı ve gerilim yüklü sahnelerini anlatmayacağız elbette ki. Bu öyküdeki gençlerin en ilginç yanı, klişe karakterler olmamaları. Amy ile Stacy çok iyi arkadaş. Ancak erkek arkadaşlarıyla bazı sorunları var. Öte yandan Mathias ile arkadaşı Dimitri öykünün diğer karakterleri olarak çıkıyor karşımıza. Mathias yolda karşılaştıkları bir Alman turist aslında. Maya harabelerinin olduğu yerde arkeolojik kazıların yapıldığı bölgeye gitmek isteyen de o. Amacı ise kayıp kardeşini bulmak.
Bu grubun üyeleri birbirlerini pek fazla tanımadıkları için o tuhaf dinamikler ortaya çıkıyor: “Birbirimize nasıl uyum sağlayacağız? Bu grubun içinde ben kimim?” Aslında herşey kötüye gitmeye başlayıncaya kadar grup içerisinde birlik beraberlik pek görülmüyor.
Kaliteli gerilim filmlerinde saldırının ne zaman olacağı beklentisi, saldırının kendisinden daha önemlidir. Bu filmde de aynı yaklaşım kendini gösteriyor. Ürkütücülüğü sağlamak için yeteri kadar bilgi veriliyor, sarmaşıkların niyetinin iyi olmadığını anlıyoruz. Sarmaşıkların zaman zaman harekete geçtiğini görüyoruz ve yeniden ne zaman saldıracaklarını merak ediyoruz. Ancak belli bir noktaya kadar gizemli kalmaya devam ediyorlar.
Ancak bu ‘The Ruins’teki korku boyutunun sadece bir parçası. Bu film, başroldeki karakterlere dışarıdan birşeylerin saldırması üzerine bir öykü değil. Gerçek korku kaynağını bu karakterlerden ve onların davranış biçimlerinden buluyor. Sonuçta da onların çok tehlikeli koşullar altına düşmesine yol açıyor.
Açıkçası ‘The Ruins’te tipik ve sıradan diyebileceğimiz hiçbir şey yok. Filmi, direkt olarak ruhumuzu işgal edecek psikolojik korku filmi olarak adlandırabiliriz.